30 Mart 2010 Salı

KİTAPLAR

Kendi adıma,bir takım olguları,tanımlamaları yerine oturtabilmemi sağlamış bir kitap...

Küba'da sosyalizm ve insan ilk olarak Küba'da,1965 yılının Ocak ayında, Havana'daki 'Verde Olivo' adlı derginin iki sayısında art arda yayımlandı. 'Marcha', aynı yılın kasım ayında yazıyı yeniden yayımladı. Amacı Arjantin'de bir çıkış yapmaktı, çünkü haftalık dergi bundan bir ay önce Buenos Aires'te resmi makamlar tarafından yasaklanmıştı. Che, Bolivya'da hayatını kaybettikten birkaç ay sonra, eser Havana'da ilk defa kitap halinde basıldı. XXI. Yüzyıl henüz başlamışken, Che'nin kederli ve çarpıcı yaklaşımı, bize miras bıraktığı eserlerin tümünde ve özellikle bu kısa ve özlü denemesinde ahlaka ve öngörüye dair verdiği dersleri doğruluyor. Fikirler ve gelecek dimdik ayakta. Şüphesiz: tam özgürlüğümüzün iskeleti kuruldu, "tek eksik kanlı canlı bir vücut ve giysiler, onu da yaratacağız."

SİNEMA FİLMLERİ

İzlediğim filmleri listelemeye ve notlar vermeye devam ediyorum...

10/6

10/6


10/6

10/6

SİNEMA FİLMLERİ

İzlediğim filmler ve verdiğim notlar:

10/7

10/4

10/5

10/7

10/4

10/7

10/6

10/5


10/3


10/4



10/8

KİTAPLAR


2009'un son iki ayı bir çok kitabı aldım ve kitaplığıma koydum. Bunlardan biri de Dan Brown'ın son kitabı Kayıp Sembol. Da Vinci Şifresi'nden hatırladığımız Robert Langdon, bu kez de kendini, gizemli bir şekilde çağrıdığı Washington D.C. 'de yakın dostu Peter Salomon'un kesik eliyle karşılaştığı an başlayan bir bulmacanın ortasında bulur. Son derece karmaşık ilişkilerle kişiler ve olaylar birbirine bağlanmıştır. Peter Salomon'un 33. derece üstad bir mason olması, öyküyü mason locası ve mistik öğretiler,semboller ekseninde ilerletiyor.
Klasik bir Dan Brown tarzıyla olaylar sayı başlıklarıyla sıralanmış.Dan Brown'ın kitaplarıyla ilgili yorumum bu kitapla da değişmedi, edebi olarak ağırlığı olmayan ancak okuyana sinematografik bir heyecan yaşatan bir kitap daha.
Ayrıca dikkatimi çeken -ki çekmemesi mümkün değil- Dan Brown'ın insanı sıkacak kadar net ve çok Blackberry ve İphone reklamı yapmış olması. Dan Brown edebiyatın ticaretini yaptığını keşke bu kadar belli etmeseydi diye de içimden geçiriyorum.Ancak günümüzün dünyası ekonomik çıkarların olduğu her yere elini atan onlarca insanla,kurumla,kuruluşla,şirketle dolu. Reklam da ekonomik dünyanın en önemli unsuru. Kapitalist anlayış insana tüketmeyi aşılıyor, Hatta daha çok para kazanmak için ihtiyacından falzasını da aldırmaya çalışıyor. Farklı akımlar yaratıyor, imrendiriyor, almayanı,sahip olmayanı aşağı görüyor,gösteriyor. E tabi akla girmek için her türlü yolu da deniyor. Reklam edebiyat dünyasına nasıl el atmış bu kitapla görmüş oldum . Korkarım bundan böyle bu tip örnekler artacaktır.

TEPECİKSPOR OLAYI

Bu sene ''futbol oyunuyla'' gündeme gelmeyen bir ''futbol'' kulübü var.Adı Tepecikspor. 2. Lig Kademe Grubu 2'de mücadele eden kulüp, ilk olarak şarkıcı Alişan'ın askerlik görevini tecil ettirebilmek için profesyonel futbolcu lisansıyla transfer edilmesiyle gündeme geldi.Ancak daha sonra federasyon,oyuncunun yani Alişan'ın lisansının geçersiz sayılmasına karar verdi,hal böyle olunca da bi kaç ay çinde ünlü şarkıcıya askerlik yolu göründü. Gerek magazin gündeminde,gerekse haber bültenlerinde önplana çıkan bu konu dışında 2 kişinin daha benzer sebepten lisanslı oyuncu olarak kulüpte yer aldıkları söyleniyor.Örneğin Fatih Akyel de benzer sebepten bu kulübe transfer olmuş görünüyor. Ancak Tepeciksporlu Fatih Akyel'i gündeme taşıyan asıl mesele ''şike soruşturması''na karışması oldu. Tepecikspor'lu oyuncular anlaşılan pek rahat durmamışlardı.
Tabi olaylar bununla da bitmedi, şu günlerde ''şike soruşturması'' kapsamında kulüp başkanı Temel Eyüpoğlu da gözaltına alındı. En sonunda da ''başkan'' tutuklanarak cezavine gönderildi.
Olaylar bunlar ama asıl önemli olan futbol denen oyunun nelere alet edildiği ve gözgöre göre bir takım hinliklere imza atanlar sadece bir iki kulüple sınırlandırılabilecek kadar az olup olmadığı?
Lisanslar neler için çıkartılıyor,buralarda ne gibi paralar dönüyor, sırf o değil bir kulüp başkanı şike soruştumasında tutuklanıyor,acaba onun oyuncuları neler yapıyor?
Tepecikspor askerden kaçmak isteyene yardım ediyorsa,şikeyle,spekülasyonla ''para kaldırma'' işlerinin merkezi olmuşsa,bu kulüp başka kimlerin,nasıl kirli işlerine sırf ''futbol kulübü'' kimliğine büründüğü için,yardım etmiştir?Mesele kirli paralar aklanmış mıdır,para transferlerine yol olmuş mudur?
Bizim gördüğümüz,öğrendiğimiz, hissettiklerimizin çok altında ama biz bizi biliriz...
Tepecikspor kendini belli edenlerden tabi başka onlarca kulüp var böyle. Futbolun temeli alt liglerdir. Binlerce genç profesyonel ya da amatör olarak futbol oynar binlerce alt lig takımında. Hepimiz gözümüzü Türkiye Süper Ligi'ne,hatta üç büyük kulübe çevirmişken, futbolun asıl önemli ve büyük kısmı göz ardı edilmiş vaziyette. Orda işler karmaşık,karanlık ve ilginç.
Ve tüm bunlar gösteriyor ki, değişim denen şey alt liglere uğramazsa,düzen,devrim ordan başlamazsa Türk futbolundan beklentiler boşa çıkar.

27 Mart 2010 Cumartesi

İNÖNÜ'DE BAHAR...


Güne baharı farkederek başlamıştım. Başka şehirlerdeki arkadaşlarımla da konuştuğumda ''Bugün güneş başka.Hava çok güzel hissetiriyor'' dediler. İyiden iyiye inandım. Sımsıcak yaza,taze bir harekete taşıyordu bu gün bizi.Ama bilemezdim,bir futbolsever olarak baharın her yere,her alana sirayet ettiğini..
İnönü'de Beşiktaşlılar ve Eskişehirsporlular bir başka hissi yaşattılar. Herkes içine doldurduğu tüm enerjiyi döktü İnönü'ye...
Futbol kanunları bakımından çok ama çok hata yapıldı.Eksiksiz değildi oyun. Mükemmel hiç değil. Ama hatalar,yapılamayanlar olmasa 5 gol olur muydu...
Taktik anlayış, şu bu bir yana.Bu açılardan değerlendirilecek tek şey hocaların oyunuc değişiklikleri. Skorun gereği olan değişiklikleri yaptılar,eleştirmek zor. Hakem bu zor ve hareketli oyunda hata oranını artırdı,buna da yapacak bir şey yok.
Bir film vardı sahada. Dram,mizah,heyecan,kara mizah, aksiyon, tansiyon, her duygudan bolca tattıran. İzleyen taraflı,tarafsız herkes mahkumu oldu bu filmin. Saatler bir anda yok olsa,kronometreler yerin dibine gömülse hiç kimse dakikaları hesap edemez,maçı da kolay kolay 3 saatten önce bitiremezdi...
Ama filmin bir biçimde bitmesi gerekiyordu...
Sanırım ''senarist'' ' bu hikaye, ancak bu sonla biterse,film mükemmel olur ' dedi...

BAHAR ŞİİR OKUTUR ADAMA...

Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama, Yarım saat erkene kurulsun saatin..



Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..


Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin


Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin,


Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.


Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart Çek kızarmış ekmek kokusunu içine


Bak güzelim kahvaltının keyfine..


Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,


Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin


Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile


Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,


Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,


Ohhh şöyle bir hafifle...


Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de


Hiç işin olmasada öğle üzeri dışarı çık,


Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa


Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak


Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından makas al..


Sonra,şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı, 

Sen çok dar da iken kimler seni ferahlattı,


Hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?


Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?


Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara,


Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..


Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak..


Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun..


Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun..


Saklama tabakları, bardakları misafire


Sizden ala misafir mi var bu dünyada...


Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç değil,


Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi,


Eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..


Gece evinde, dostların olsun

Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun,

Arkadaşım, hayat bu daha ne olsun?

Ama en önce ve illa ki sağlık olsun !..





CAN YÜCEL

YAZ SAATİYLE BİRLİKTE YENİ ŞABLON


Bu gece saat 03:00'da yaz saati uygulumasına geçilerek,saatler bir saat ileriye ayarlanacak. Değişen mevsime blogun şablonunu değiştirerek katılmak istedim.
Evet mevsim değişecek... Artık gündüzeleri daha uzun yaşayacağız. Yavaş yavaş kuş cıvıltıları daha çok dikkatimizi çeker olacak. Güneş donuk sarıdan,sıcak turuncuya doğru ilerlemeye başlayacak... Lisede olsaydım ben de yeni bir kız için kalbimi çarpıtırdım,teklif etmek için fırsatlar kollardım, arkadaşlarımla iyiden iyiye gevşerdik,okul bile renklenirdi hafiften...
Ama hayatımın bir başka başlangıç noktasındayım. En sevmediğim şey klişe lafları tekrar etmek ama benim içinde bitişler yeni başlangıçlara açıldı. Okullar bitti,başka bir hayatın planlamasıyla başbaşa geçirdim bu sene kışı. Pek çok hukuk fakültesi mezunu stajına başlamışken ya da hakimlik-savcılık sınavı için kurslardayken, ben kendimi başka türlü geliştirmek istedim,yeni bir pencere açmak istedim hayatımda. Kapalı bir dünyayı reddetmek istedim hafiften...
Bahar karşı cinse açar gönlü,insan güzellik görmek ister,bahar güzeldir ya,demek insan güzelleşen dış dünya yanında kendi gözünü,gönlünü de güzelleştirmek istiyor bu mevsimde; bahar stresleri kulak arkası ettiri insana, yani gönül yayları gevşer,kafa yayları gevşer insanın...
Ama bahar bazen de insanın içinde koyu gri bir kış gibi kalakalan şeyleri de değiştirmek için isyan uyandırır.İstek uyandırır...
Şimdi hayatımın büyük bir dönüm noktasındayım...Yine bir bahar başveriyor dışarda.
Ailemden biri kendi ailesini kuruyor. Ben isyan halindeyim.
Hareketsizlik demek, elindekileri sorgulamak demektir, bir elinde olumsuz,tatsız şeyler varken,diğerinde hayatında var olanlar vardır şükredilmesi gereken. Ama hareketsizlik...Şükretmen gereken şeyleri sorgulamak demektir...Huzursuzluktur.
İşte bahar,hareket demektir. İşleyişi başlatma vaktidir,sonu hayrolsun diye...
Hayırdır hayır... Bir başka memlekette yaşamak aylarca,başka insanların diliden de anlamak. Zorluğu da hayırdır,hayır...
Sonra ''kendi hayatım'' için bir tuğla,yine ''yeni memleket'' olsun istediğim,başka bir yerde...
Dost getirsin,kazanç getirsin, sallasa sarssa da biraz ruhu,bünyeyi huzur getirsin sonunda... Bahar...Güzel bir kışa götürsün kısacası.

BURSA YİNE YEŞİL

Bu akşam oynanan maçta İstanbul B.B.'ye 2-1 mağlup oldu Bursaspor. Oyuna yansıyan açık bir stresleri var. İlk dakikadan itibaren oldukça gergin göründüler. Pek çok kez rakip oyuncularla karşı karşıya geldiler. Öncelikle bu konuda bir şeyler yapılması gerekiyor. Bunca yıl Bursa taraftarı inanılmaz güvendi ve inandı takımına. Zaman zaman meydana gelen taşkınlıklarının sebebi de buydu bana kalırsa.Herkes Bursaspor'dan beklentilerini oldukça düşük tutarken,onlar daha fazlasını beklediler takımlarından. Çünkü Bursa'daki taraftar o şehirli olmanın ötesinde sanki başka şehirde yaşıyor olsalardı da Bursasapor'u tutacaklarmışçasına seviyor ve sahipleniyor takımını. Bu özel bağ yıllar yılı süre gelen bir bağ ve bu,taraftarlarda istenirse Türkiye'nin bu 5. büyük şehrinin de başarılı olabileceği hissi uyandırıyor olabilir. Bu beklentinin altında kalınan yıllar,taraftar sanki takım önündeki bir engel gibi gözüktü. Şimdiyse (yine de biraz tedirgin etse de) kulübün en büyük silahı. Onları Sivasspor'dan daha fazla şampiyonluğuna ihtimal verilen Anadolu kulubü yapan şey de bu olsa gerek. Ancak taraftarın bu desteği,beklentisi,inancı Volkan,Ozan İpek,Sercan gibi genç isimlerin İbrahim,Turgay gibi yaşça daha olgun olsalar da şampiyonluk deneyimi olmayan oyucuların üstüne kara bulut gibi çökmemeli. Şu an ki tablo  onlarca yılın beklentisi,bu kadronun üzerine yıkılmış gibi. Eğer şampiyon olunamazsa, bunca şampiyonluktan uzak yılda olduğu gibi,bu senenin suçlusunun da bu oyuncular olmadığı hissettirilmeli. Beşiktaş,Fenerbahçe,Galatsaray gibi kulüpler belli aralılarla şampiyonluklar yaşadıkları için, üzerlerine binen stres o kadar az oluyor. Adeta deprem beklenen fay hattı gibi. Bilimadamlarının söylediklerine göre ,bir yeraltı kırığında çok uzun zaman deprem olmaz,yeni kırılmalar yaşanmazsa enerji birikimi çok fazla oluyormuş. Bu örnekten yola çıkarsak Bursa futbolunun biriktirdiği enerji bir hayli fazla. Ancak beklentileri karşılamaya en fazla bu kadro yaklaştı,ödüllendirilmeyi şimdiden hakeden bu ekip, umarım taraftarlar ve yönetim tarafından rahatlatılır. Şu an bunca yılın beklentisi, artı ,içinde bulundukları yarışın stersini yaşıyorlar. Görüntü o.
Oyuna gelince alışılagelmiş diziliş ve tarzda başladı her iki takımda maça. Ancak İstanbul Belediye'nin kaotik oyun anlayışı Bursa'nın da oyun becerisini kırdı. Zaten çok fazla yumuşak,akıl dolu paslar atabilecek oyuncuları yokken soldan ve sağdan Ozan'la Veli'yi daha aktif kullanmayı da becermediler. İstanbul Belediye oldukça ağır defans adamlarına sahip ve Bursa bu ligin en hızlı hücum oyuncularını elinde tutyor. Bu tablo usta işi bir sabır oyunuyla  galibiyeti Bursa'ya getirebilirdi. Çünkü Ertuğrul Sağlam Kayseri,Beşiktaş ,Bursa hattında istikrarla sabit tempoda oynanan,defansif güvenliği bırakmayan ve rakibin hatasını öncelikli olarak beklemek üzerine kurulu bir oyun tutturmuştu. Ancak İstanbul Belediye'nin ilk golü bulması hesapları altüst etti. Erken yenen gol Bursa 'da moralleri de bozdu. Zaten maç sonu Volkan'nın söyledikleri de bu yöndeydi.
İkinci yarı oyunu rakip alana yıkma,kanatları devreye sokma ve en son ihtimal olarak da doldur boşalt yapma düşüncesi oyuna İglesias'ı aldırdı E.Sağlam'a... Ama oyunun şeklinde ve temposunda son 10 dakikaya kadar hiç bir değişiklik olmadı ve maç İBB'nin üstünlüğü ile bitti...
Bu arada stresten bahsetmişken Sercan'ın bu kadar ofsayta düşmesinin başka açıklaması olabilir mi?Stres anında ilk önce kontrol kaybedilir...

26 Mart 2010 Cuma

BOCA JUNIORS-RİVER PLATE: 2-0

Daha önce merakla beklemiş olduğum ancak yağmur sebebiyle 25 marta'a yani düne ertelenen maç 2-0 ev sahibi lehine sona erdi. Boca Juniors'un burun farkıyla galibiyeti hakettiğini düşünüyorum.Her iki takımla ilgili gözlemlerim ise son derece üzücü. Çünkü geçmişte heyecan uyandıran yetenekler barındıran kulüplerde ''kaşar'' tabir edilebilecek isimlerden başka pırıltı yok. Futbol kaliteleri de bir hayli düşüş göstermiş. Boca Juniors'tan MONZON'un diğer isimlerin önüne çıktığını da söyleyebilirim. Sol çizgiyi gayet iyi kullandı, güçlü ve istikrarlı göründü,hücuma da katkı yapmaya çalıştı. Her dev derbide saha içi itişme gerçekten de bir gelenek olsa gerek, bu maçta da Boca'nın gollerinin sahibi Mendel'le River'lı Gallardo itişti,birazcık da vuruştu. Hakemlerin bu hareketlere karşı sessiz kalması da Arjantin futbol kültüründeki ''başıbozukluğun'' bir yansıması olsa gerek.
Unutmadan şu tespitimi de paylaşmam gerek diye düşünüyorum, erteleme maçlarında, bir futbolsever asla o ilk,ertelenen maçın heyecanını hissedemiyor. Galiba keyif denilen şey, heyecanın ve beklentinin en üst seviyeye çıktığı an tadılan bir şey...

İŞTE MAÇIN ÖZETİ:

25 Mart 2010 Perşembe

MANCİNİ vs MOYES

Olmaz derdim söyleselerdi...Moyes gibi sakin bir adamla, Mancini gibi olaylardan uzak biri birbirine girecek deseler, güler geçerdim...
Ama gelin görün ki bu da oldu...
Everton teknik direktörü moyes uzatma dakikalarında oyuncu değiştirmek istedi ve oyunun devam etmemsi için elindeki topu tuttu...Bu esnadan Moyes'un zaman çaldığını düşünen Mancini bir panter gibi topa hücum etti.
Ve ikili arasında boğuşma yaşandı. Bu olay ardından iki teknik direktör de oyun alanı dışına gönderilidi hakem tarafından. Şimdi FA ceza kurulundan ağır bir ceza onları bekliyor...İngiliz basını da bu itişmeyi utanç verici olarak niteledi.


UNUTULMAYANLAR-SADRİ ALIŞIK ve CENK KORAY

Geride bırakmakta olduğumuz hafta çok ama  çok sevdiğimiz,hayatımıza neşe ve renk katan pek çok ismin hatıralarımızda ölümsüz bir yer edindiği haftaydı. Cenk Koray ve Sadri Alışık'ı bir kez de burda birbirinden hoş videolarıyla anmak istedim...
CENK KORAY VE MÜJDAT GEZEN'İN ESKİ BİR KANALDA BAŞLAMAK ÜZERE OLDUKLARI ŞOV PROGRAMININ TANITIMI...





SADRİ ALIŞIK,YAKIN ARKADAŞI AYHAN IŞIK'I ANLATIYOR(programın sadeliğine bayılarak ve Sadri Alışık'ın filmlerinden ayrı özel sohbet ortamındaki görüntülerinin de önemli olduğunu düşünerek koydum bu videoyu.)




TÜRKİYE'NİN EN GÜZEL AĞLAYAN ADAMI,ÇOK BÜYÜK BİR OYUNCULUK...



KİM O MASADA OLMAK İSTEMEZDİ Kİ...




ÜVEY ANA İSİMLİ FİLMDEN AKILDAN ÇIKMAYAN KARELER...







KURNAZ,SERSERİ,İÇTEN,SAMİMİ,DÜRÜST,KOMİK VE HÜZÜNLÜ BİR ADAM PROFİLİ ÇİZDİ SADRİ ALIŞIK HEP... DÜNYANIN TANIMASI EN KEYİFLİ OLACAK KİŞİSİ ONUN CAN VERDİĞİ KARAKTERLERDİ VE BENCE ONU HEPİMİZİN SEVGİLİSİ YAPAN, BELKİ BÜTÜN ÖZELLİKLERİNİ KATIYOR OLMASA DA CANLANDIRDIĞI KARAKTERE SÜSSÜZ,PÜSSÜZ,ABARTISIZIS,KENDİNDE VAROLANI KATIYOR OLMASIYDI...


















AHMETLER MAŞALLAH:)))




TURİST ÖMER MARŞI :)


3.YEŞİLÇAM SİNEMA ÖDÜLLERİ


Önceki gün oldukça şık bir törenle 3. Yeşilçam ödülleri verildi. Televizyondan da canlı yayınlanan gece, izleyende istense Oscar ödül törenine benzer bir organizasyonun ülkemizde de yapılabileceği izlenimi verdi. Gel gör ki ödül töreni başladığında hemen neden bazı şeyler bizde olamaz görüverdik. Hemen akla ''Acaba ödül adayları ve konukların kıyafetleri ile ilgili bir eleştiri mi gelecek?'' sorusu geliyor biliyorum.Ama o değil benim söylemek istediğim. Ödül sahipleri açıklanmaya başlandı,önce en iyi yardımcı kadın oyuncu dalında Pandoranın Kutusu filmiyle ödül aldığı açıklanan Derya Alabora bir süre beklendi ve dizi setinde olduğu için ödülü bir başkası aldı.Ardından da en iyi erkek oyuncu dalında ismi anons edilen Mert Fırat yutdışında olduğu gerekçesiyle sahneye gelemedi ve onun da ödülünü bir başkası aldı oyuncu adına.
Bu o sektördeki sıkıntılardan kaynaklı bir durum mu, oyuncuların kendi mesleklerine saygı duymamalarından mı bilemiyorum ama düşünsenize imrenerek izlediğimiz kaç törende buna benzer sahneler yaşanır?




23 Mart 2010 Salı

Why America never fell in love with soccer-CNN International-James Montague

London, England (CNN) -- It is still regarded as one of the greatest upsets in World Cup history; the day the U.S. shocked the world.




In the group stages of the 1950 World Cup finals in Brazil, center back Walter Bahr marshaled his collection of semi-professionals (mainly postmen and miners) to a 1-0 victory against arguably the best team in the world: England.



The victory over America's former colonial masters created headlines around the world, but one of Bahr's overriding memories of the event was the lack of interest it caused back home.



"The only person who met me at the airport when we flew [back] was my wife," recalls Bahr, who was a high school teacher in his home city of Philadelphia at the time.


"England was the king of soccer, everyone thought they would be in the final but the papers had nothing in there. The Philadelphia paper, I still have a copy of it, it has a two inch column. I don't think I did a single interview about the World Cup until 25 years later."



While the rest of the world reacted with stunned disbelief -- legend has it several British newspapers didn't report the score at first, fearing that it had been mistyped and England had really won 10-0 -- back home Team USA's exploits had been met with almost complete indifference.



A clear illustration of the long, and not always happy relationship the U.S. has had with soccer.



As almost every nation on Earth embraced its rapid spread around the globe, the U.S. remained one of the few, resolute outposts of abstention. But why has it been so difficult for Americans to take soccer to their hearts?



Colonial legacy



Part of the answer can be found in soccer's parentage. While the British were using colonial missionaries to spread soccer, the U.S. chose instead to invent its own national pastimes, in a bid to aid nation building

"In the 1880s and 1890s the game was being exported by English missionaries, or mercenaries as some would see it, to the U.S.," explains David Wangerin, author of "Soccer in a Football World: The Story of America's Forgotten Game."




"Soccer was pushed out by the rugby variation [of the game], Americans thought it was their destiny to devise games on their own without relying on the old country. There was no interest in games that were seen as un-American. That persisted right up to the 1970s."



So when the newly codified version of association football, or soccer, arrived on America's shores, a different type of football was already evolving. The U.S. universities of Princeton, Yale, Harvard and Columbia each played their own versions of the game, some using their hands, others using their feet.



But it was Harvard's rugby-based rules that largely won out in a historic meeting between the colleges in Springfield, Massachusetts, in 1876, rules which would eventually lead to the game's distinctly "American" character with its touchdowns, snaps and lines of scrimmage.



Immigrant initiative



"There was a desire amongst immigrants to fit in," says Wangerin. "Multiculturalism wasn't high up on the American agenda back then. You wanted to fit in so you played American football."



By the turn of the 20th century, soccer was being kept alive by immigrant communities in pockets along the east coast, concentrated in cities like New York, Baltimore, Pittsburgh and Philadelphia.



Teams were usually attached to big factories, like the successful but short lived Bethlehem Steel FC, and by 1921 a small professional league -- the American Soccer League -- had been set up. For a young Walter Bahr growing up in Philadelphia, and at a time when the American national team finished third at the very first World Cup in 1930, there was only one path to follow.



"In my neighborhood, Kensington, only two sports were played baseball and soccer, and baseball was for the summer," recalls Bahr. "Philadelphia was divided by ethnic groups and a lot of it was based on what work was available. My neighborhood was a textiles area, so we had a big British influence, Scotch and Irish too. St. Louis had a lot of soccer through the Catholic Church because they had an order of Irish priests and kept the game going in their parish."



Part-time passion




At 15 he joined the Philadelphia Nationals and, after the interruptions of the Second World War, won three league titles with them before being selected for the World Cup squad destined for Brazil. But the part-timers found it difficult getting any kind of playing time before the tournament.



"In 1950 we played Besiktas of Istanbul, in St. Louis. They beat us badly, 5-0. It was a tryout as much as anything, and then we faced an English select team with Stanley Matthews playing, in New York, and they won 1-0. Those were the first times the World Cup team played together. The next day we left for Brazil. It took us two and a half days to get down there!"



After the team's shock victory against England, Bahr went on to enjoy a long career as both a player and a coach, but the victory against the old rivals failed to sear soccer into the public consciousness.



"We never had our own stadiums so we played on baseball fields like Ebbests field," says Bahr. "In 1953 we played an English select team. It was only three years after the World Cup, the same teams that played in Brazil, at Yankee Stadium on a Sunday. But the Yankees had final say on the games; if it was bad weather they had the right to call it off in case we ruined the field. There was a torrential downpour that morning and they postponed it until Monday. Only 7,000 turned up in the end."


The awkward alien




Normal service had been restored, England winning 6-3 in front of a half empty stadium. The American Soccer League limped on in various incarnations until the 1980s, briefly tussling with the superstars of the North American Soccer League for supremacy. But soccer could never quite shake off its tag of being an alien, foreign game.



"Soccer won't ever reach the height of baseball or [American] football and it probably won't be as popular as ice hockey," suggests Wangerin. "But it will find its place. One analogy I've read is that soccer will be more like a boutique coffee shop, rather than a massive supermarket."



For now, though, Bahr and the handful of surviving teammates must manage the many interview requests from U.S. magazines, newspapers and TV networks eager for their story ahead of June's World Cup finals in South Africa, where the USA will once again face England. Was he surprised by all the attention he now gets from the media?



"You can say victory has a thousand fathers," laughs Bahr, paraphrasing former U.S. President John F. Kennedy. "But defeat is a bastard. That's an old one for you."

ÖZHAN CANAYDIN

22 Mart 2010 Pazartesi

SEİNFELD'DEN BLACKBERRY VE İPHONE YORUMU

GERÇEK RAMİZ DAYI MUSTAFA DENİZLİ

Herkesin müdavimi olduğu bir dizide söylediği vurucu ve slogan cümlelerle her hafta olay olan Ramiz Dayı'yı fena halde gölgede bırakan biri var, o da Mustafa Denizli. Esasında ''içimizdeki irlandalılar'' gibi söz öbeklerini dilimize kazandıran da oydu ama Türkiye'nin en büyük kulüplerinden birinde,sürekli rüzgarlar,fırtınalar atlatırken kurduğu cümlelerle artık kıvrak zekasını,güzel Türkçesini iyiden iyiye gzöler önüne seriyor Denizli'nin.Ve bence haltediyor onun yanında Ramizler,Dayılar... Geçen sezon ki 26. hafta kehanetini unutmak ne mümkün...Yine basın için ''Kargalar bana kılavuzluk edemez. O zaman burnumuz kötü yerlere gider. Kargaların çeşitleri vardır; leş kargaları vardır, kılavuz kargalar vardır. İkisinden de hayır gelmez.'' lafları haftalarca konuşulmuştu...Transfer dönemine damga vuran '' 10.5 numara'' tanımlaması gerçekten usta işi bir tanımlamaydı ve vurucuyudu,dikkat çekiciydi.2009un Aralık ayında
sezon sonu için tahminlerde bulunan Mustafa Denizli, "Bu sezon 24. ve 25. haftalarda iddialı takımların sayısı geçen yıldan daha fazla olur. 26. haftada Bursaspor ve Kayserispor da olabilir. 30. haftada bu iş biter. Belki 30’da biz biteriz. Belki biz kalırız yarışın dışında. Ama benim düşüncem biz o haftalarda bu işi garantileriz" demişti.
Şimdi de şampiyonluk adaylarının sayısının 4-5 hafta sonra ikiye inebileceğini söyledi.Bir basın mensubunun ''Puan kayıplarının ardından kuşun kafesten kaçtığını düşündüğünüz oluyor mu'' sorusuna Denizli'nin, ''Kuş alışıksa kafese döner'' cevabı gerçekten efsanevi:).Antrenmanların uzun zamandır basına kapatılmasıyla ilgili ise muhteşem bir son vuruş yapmış kurt hoca :''Çok muhabbet tez ayrılık getirir''.
Kim ne derse desin futbol dünyası Mustafa Denizli'ye çok şey borçlu ve bir gün futboldan elini eteğini çekerse çok özleyeceğimiz kesin.

TRANSFERİN GÖZDELERİ: Lucas Barrios

Kariyeri Amerika liglerinde geçmiş bir isim. 2009-2010 sezonu öncesi yıllarca Meksika takımı Atlas'la Şili takımı Colo-Colo arasında mekik dokumuş bir isim... Lucas Barrios.
13.11.1984'te dünyaya gelmiş bu oyuncu,25 yaşında Bundesliga'da şu ana kadar attığı 15 golle ve attırdığı 5 golle patlayana kadar sürdürdüğü kariyerinde akıl karıştırıcı bir hayat sürmüşe benziyor. Bu kariyer ilk bakışta ''25 yaşındaki bu genç santrfor galiba biraz istikrarsız ya da sorunlu'' izlenimi uyandırıyor. Ne olursa olsun bu adam şu an Borussia Dortmund'u sırtlıyor. Son derece zeki bir golcü izlenimi çizen Barrios şüphesiz Bundesliga'nın bu sezon göze en batan isimlerinden biri.Bu haftasonu da Leverkusen ağlarına 2 gol bıraktı.

1,87 boyundaki Barrios hareketli,rakip savunmayı rahatsız eden,doğru yere yönelmeyi bilen yani gol sezisi gayet iyi olan bir oyuncu...

TRANSFER DÖNEMİNİN GÖZDELERİ: Pablo Piatti

Pablo Piatti dünyanın en kaliteli liglerinden birinde İspanya'da kendini kanıtlamaya çalışıyor tam 2 sezondur. 31.08.1989 doğumlu 20 yaşında gencecik bir isimden bahsediyoruz. Elbette Almeria bu genci Arjantin'den, Estiduantes'ten tam 7 Milyon Euroya alırken,hedef bu oyuncuyu Almeria'da parlatmak, hem yeteneklerinden hem de sonrasında kazanılabilecek bonservisinden faydalanmak olmalı.Çok genç yaşta bir oyuncu,böylesine bir bedelle alındı çünkü 1,63'lük ''klasik beden Arjantin yeteneği'' Pablo, Estudiantes'te küçük yaşı sebebiye çok süre alamasa,genellikle maçlara sonradan girse de 3 sezonda 41 maçta 12 gol,6 asistlik bir parlama sergilemişti. Ayağına top çok yakışıyordu bu oyuncunun,tarzı Messi ve Agüero'yu andırıyordu...Agüero bir santrfordu ve Saviola'nın yaşadığı fiziki dezavantajı yendiği için dikkat çekiyordu.Ama Piatti ceza alanı ve çevresinin oyuncusu olarak değil Messi gibi kanatlarda top alan ve kenarlardan içeri katederek tehlikeler yaratan bir isimdi ve bu alanda Messi gibi daha kullanışlı olarak nietelenmeyi hakediyordu. Almeira'da da daha çok bu biçimde kullanılıyor.
Henüz emin değilim ama Pablo Piatti'nin oyun tarzından okunan şey bu genç oyuncunu gol atmayı oldukça istediği yönünde. Bana kalırsa skoru kendisi üretmek yerine,takımın skora ulaşmasına katkıda bulunan lider oyuncu rolüne bürünmesi çok daha iyi olur onun adına. Çünkü hızlı,kolay adam geçiyor,topa çok hakim. Denge konusunda kendini geliştirdiğinde (daha az savruk oynadığında) ve demin de değindiğim gibi takımı oynatmayı,kendi oyununun önüne çıkardığında değerine değer katacak.
Piatti ilk sezonunda 12sinde sonradan oyuna dahil olduğu 31 maçta 5 gol 3 asistle takımına katkıda bulunmuş.Bu sezonda şu ana kadar 19u ilk 11de olmak üzere sahaya çıktığı 25 maçta 4 gol 3 asist yaptı...
Arjantin milli takımı için kendini net bir şekilde ispat etmesi gerek bunun için de önce söylediğim eksikleri gidermeli sonra da daha iyi bir takıma transfer olmalı. Bu açıdan Arjantinli pek çok oyuncuda olduğu gib,i İtalyan pasaportu olduğunu hatırlatmakta yarar var,belki de Seria A 'da izleri onu yeni sezonda...İşte bu eksiklikler yüzünden şimdilik milli takım kariyeri 21 yaş altı milli takımıyla kısıtlı.

TRANSFER DÖNEMİNİN GÖZDELERİ: Eden Hazard

Transfer dönemi de yaklaşmışken bu sezon takımına oldukça önemli katkı yapmış ve yetenekleriyle dikkatleri çekmeyi başarmış isimlere bir göz atalım istedim. Yeni yeni parlayan isimlere değinmiş olma övüncü de kişisel ego tatminidr ya o da ayrı mesele:)
Eden Hazard daha bu sezon başlamadan pek çok kişinin haberdar olduğu parlak bir yeteneketi. Pek çok inanın sıkıcı bulduğu Fransa ligini takip etmeye değer kılan şey bu ligin adeta bir futbol okulu olmasıdır.En azından ben bu görüşe sahip olduğum için bu ligi takip etmeyi hep çok sevdim.Geçen sezon ki yazılarımdan birinde St. Etienneli genç yeteneklere değinmiştim,(  http://ingenui.blogspot.com/2009/03/as-st.html  )Dabo,Matuidi,Gomis(ki o şimdi Lyon'da),Perrin  gibi isimlere yer verdiğim yazımdan sonra bu tip yazıları yazmanın beni mutlu edeceğini iyiden iyiye anladım çünkü ismini yazıda geçirdiğim oyuncular gerçekten kaliteli isimlermiş bu sene bunu bir kez daha anladım( ne yazık ki bu kaliteleri St Etienne'nin zayıf pek çok halkadan oluşması nedeniyle puan tablosuna yansıyamıyor).
Lille geçen sezon olduğu gibi bu sene de Ligue 1'in dikkat çekici ekiplerinden biri  sırf adını daha çok anacağım Eden Hazard değil, Floren Balmond,Adil Rami,Yohann Cabaye,Larsen Toure de takımın önemli isimlerinden.Üstelik Gervinho'dan sanki bu yazıda bahsetmesem hiç kimsenin haberi yokmuş gibi de yapamayacağımdan Gevinho'nun adını bile anmıyorum:) Düşünün işte bu ekipte bir de 07.01.91 doğumlu Belçikalı ofansif bir yıldız var.
                                                                                                                             
Lille 19 yaş altı takımdan yetiştirilmiş bir yetenek Hazard.Top tekniği,vuruş becerisi,çok iyi bir pasör olmasının yanında,gol bölgelerine çok iyi koşular yapan bir oyuncu.Koşu kalitesine bir de hızını ilave etmek lazım. Pek çok ofansif yeteneğe oranla hiç de yavaş bir oynucu değil,gerçi ofansif oyuncuların birazcık ağır olmaları geçen 10 yılda yavaş yavaş sona erdi ya neyse.
Teknik direktör Rudi Garcia onu topla daha çok buluşturmak için klasik bir taktik olarak kanatlara deplase olması için yönlendiriyor kimi maçlarda. Örneğin Fenerbahçe maçında genç oyuncuyu çoğunlukla sağ kanatta topla buluşurken gördük.Tabi eğer kolay adam geçebiliyorsanız,hızlıysanız ve top kontrolünüz üst düzeydeyse kanatlarda topla buluşuyor bile olsanız kaleye çok kolay yönlenebiliyorsunuz. Üstelik Hazard oyun zekası üst düzey her oyncu gibi rakibi çok kolay zaafa uğratıp pozisyonunu avantaja çevirebiliyor,yeteneklerini olumlu kullanabiliyor.
Tüm bu yeteneklere sahip olursanız elbette adınız transfer dedikodularında sıklıkla geçer.Arsenal'in bu genci mutlaka kadrosuna katmak istediği söyleniyor.
Eden, bu sezon 5i sonradan olmak üzere 27 lig maçında takımının formasını giydi ve şu ana kadar 4 gol attı 6 da asist yaptı. Avrupa Ligi'nde ise 2si sonrada olmak üzere 9 maçta oynayıp 2 gol attı 3 de asist yaptı...
Witsel,Kompany, Vermaelen, Fellaini,Lombearts,Dembele ve Mirallas gibi yeni jenerasyon kaliteli Belçika Milli Takımında da kendine yer buldu. Ekleyelim bu Belçika doğru bir teknik lidere sahipse gerçekten önemli işlere imza atabilir.

21 Mart 2010 Pazar

BOJA JUNIORS- RIVER PLATE DERBİSİ

Boca-River derbisiyle ilgili bir konu açmış ve beklentilerimiz,hislerimiz kısaca not düşmüştük 21 Mart tarihine. Ama dev derbi, karşılaşmanın 10. dakikasında yoğun yağmur nedeniye ertelendi. E dedik ya futbolsever ilk önce umut eder, ama şimdilik umutlar suya düşmüş oldu...:)

BOCA JUNIORS-RIVER PLATE DERBİSİ


Last Game
(25.10.09, Apertura)
River Plate Vs. Boca
1 : 1 M. Gallardo 29'
M. Palermo 63'

Next Game
(21.03.10, Clausura)
BocaVs. River Plate



Boca Juniors Facts
Year Founded: 1905
Current Manager: Abel Alves
League Position: G W D L GF GA P
17 Racing --------10 3 1 6 10 12 10
18 Boca ---------9 1 5 3 14 18 8
19 Rosario --------9 1 5 3 6 10 8

Top Boca Juniors Players

Juan Román Riquelme

Martín Palermo

Gary Alexis Medel Soto

Hugo Benjamín Ibarra

Federico Insua

Claudio Marcelo Morel Rodríguez

Lucas Viatri

Gabriel Paletta

Pablo Nicolas Mouche

Luciano Fabián Monzón

Osvaldo Nicolas Fabián Gaitán

Cristian Manuel Chávez

Guillermo Andres Marino

José María Calvo

Juan Ángel Krupoviesa

 River Plate Facts
Year Founded: 1901
Current Manager: Leonardo Astrada
League Position: G W D L GF GA P
10 Newell's -------9 3 4 2 12 11 13
11 River Plate ----9 3 3 3 8 8 12
12 Huracan -------10 3 3 4 12 14 12

Top River Plate Players

Ariel Arnaldo Ortega

Diego Buonanotte

Marcelo Daniel Gallardo

Christian Gaston Fabbiani

Paulo Andrés Ferrari

Juan Marcelo Ojeda

Cristian Carlos Villagra

Oscar Ahumada

Mauro Rosales

Matías Abelairas

Gustavo Daniel Cabral

Daniel Alberto Villalba Barrios

Martín Galmarini

Matias Jesus Almeyda

Nicolas Gabriel Sanchez


Latest Results & Next Matches
2009
25.10 20:15 River Plate1 - 1 Boca Apertura [ 10 ]>>19.04 20:10 Boca1 - 1 River Plate Clausura [ 10 ]>>2008
19.10 20:20 River Plate0 - 1 Boca Apertura [ 10 ]>>04.05 20:20 Boca1 - 0 River Plate Clausura [ 13 ]>>2006-2007
14.04 02:00 Boca1 - 1 River Plate Clausura [ Clausura ]>>2006
26.03 21:10 Boca0 - 0 River Plate Clausura [ 11 ]>>2005
22.05 20:00 Boca2 - 1 River Plate Clausura [ 14 ]
Kavga,rekabet,mücadele...Tüm dünyada bu üç kelimenin ete kemiğe büründüğü bir maç söyle dense ağza gelecek ilk maç bugün 20:00'de oynanacak. Asla centilmence,kardeşse geçsin dileklerimi sunmayacağım.Bu rekabet nasıl işliyorsa yine öyle işlesin isterim. Tabi saha içindeki mücadeleyi kastediyorum. Her iki taraf birbirine kafa tutmalı,meydan okumalı ve karşı tarafı yenmeyi sonuna kadar istemeli.
Ancak ev sahibi 18,misafir 11. sıradayken, son sezonlarda hep orta sıralarda görmeye başlamışken bu iki kulübü , futbolun üst düzey olmasını beklemek de hayalcilik gibi gelmiyor değil. Hatalı transfer politikaları,yanlış yöneticiler,sürekli değişen teknik direktörler ve fanatizm bu iki kulübü bu hale düşüren. Yine de gözlere hoş sedalar sunacak isimlere de sahipler. Ve umut etmek futbolseverin ilk dürtüsüdür her zaman...

BENDTNER BAYERN MÜNİH'TE İDDİASI


Bayen Münih'in, Arsenalli genç santfor Nicklas Bendtner'i istediği söylentisi bugün internet sitelerinde konuşulmaya başlandı. Sırf B.Münih değil İnter'de bu transfer için uğraşıyor deniyor.
Bence Bendtner'in transfer haberinin değerlendirmeye değeri tarafı, futbol dünyasında kendini ispat edemeyen bir ismin nasıl olup da önde gelen kulüplerce istenebileceğidir. Arsenal taraftarı ve İngiliz basını bu oyuncuyu sık sık eleştiriyor. Bir santrforun sahip olması gereken bitiriciliğe sahip olmadığı eleştirisi üzerinde hem fikir olunan konulardan biri örneğin.Birbrinden yetenekli Arsenalli gençler arasında zayıf bir halka teşkil ettiği de aşikar. Ama uzun boylu,güçlü ve topla oynamaya yatkın santrfor az bulunur bir şeydir ve Bendtner de futbol dünyasına bu özellikleri vaad ediyor. Bendtner'e bakıp iyi bir santrfor ümidine kapılmamak kolay değil,üstelik de henüz 20 yaşında. Bu da olayın pozitif kısmı. Açıkçası geniş bir transfer bütçem olsaydı, güvenilir ve tecrübeli 2 santrforum da varsa bu oyuncuyu da kadromda görmek isterdim. Meseleye Bayern Münih saçısından bakarsak Klose,Olic,Gomez ve Müller gibi bir santrfor grubuna sahipsiniz.Toni'yi Roma'ya kiralık yollamışsınız,bonservisi de sezon sonu verilecek gibi görünüyor. Şimdi bu tablo da söylenecek şey şu, Alman ligi için kaliteli isimler var, ama Bayern yeniden Avrupa arenasında bayrağını dalgalandırmak istiyor. O zaman yapılması gereken eldeki dörtlüden birini gözden çıkararak ya da çıkarılmayarak, santrfor grubuna ''üst düzey'' bir isim eklemek olmalı. Bendtner gibi gelişimi sağlayacağı katkı için olmazsa olmaz şart olan genç bir isim Bayern için tamamıyla yanlş adres.
Transfermarkt adlı internet sitesinde bu haberin altında yer alan yorumlara baktığımda da gördüğüm şey futbol severlerin bu transferin Bayern için doğru bir iş olmayacağı yönünde,genç oyuncunun kendini geliştirmeye muhtaç olduğu ve Bayern'in komple isimleri kadrosuna katması gerektiği düşünülüyor.

20 Mart 2010 Cumartesi

SON SU KAPLUMBAĞASI





Bir hafta içinde evimizin birer parçası haline gelen üç su kaplumbağamızdan ikisi öldü. Kendi halinde,sessiz,zahmetsiz bu hayvanlarla eve geldiklerinden bir ay kadar sonra tanıştım. Tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki insanın içinde bir sevgi dürtüsü var, bu varlığı su kaplumbağalarımızla hiç sebepsiz kurduğum sevgi bağıyla bir kez daha anladım. İnsan bu hayvanlara karşı şefkat besliyor, Allah'ın yarattığı bu canlılar dünyanın bir yerinde, bir evde sessiz bir hayat sürüyorlar,biz bunun şahidi oluyoruz,onlara destek olmaya çalışıyoruz karşılığı ise evimize yaptıkları misafirlik. Bu dünyada çok sevimli canlılar var, ben yıllar önce evimizin  konuğu olmuş muhabbet kuşumuz Fıstık'tan sonra bir kez de su kaplumbağalarımız Kübra,Mehtap ve Murat'la buna şahit oldum. Kübra ve Mehtap, hareketli tosbaalar artık yoklar. Murat da tek başına artık.
Şimdi bu hayvanlarla ilgili hiç bir şey bilmediğimi de görüyorum. Ölümlerin sırrına erememek bir yana yaşayan için en uygun yaşam koşullarını nasıl sağlarız bunu da bilmiyorum.Suyun sıcaklığı,yem özellikleri,kış uykuları vb hiç bir konuda bilgim yok. Neyi yanlış neyi doğru yaptığımızı da bilmiyorum. Bu konuda petshop sahiplerine güvenemiyorum ama beri yandan da elime minik bir su kaplumbağası alıp veterinere de gidemiyoum...

BAŞBAKANIN KAHVALTISI

Recep Tayyip Erdoğan muhtemelen danışmanlarıyla kafa kafaya verip bir kahvaltı projesine girişti,önce ses sanatçılarını sonra da sinema ve televizyon sanatçılarını bir salonda, gündemdeki olayları değerlendirmek üzere kahvaltıya davet etti. İşin ilk değerlendirmesi şüphesiz pozitif olabilir, toplumsal mutabakatın şart olduğu konuların gündeme geldiği şu dönemde öncü olma görevi üstlenebilecek kesimlerin tartışmaya,anlaşmaya ortak edilmesi çok önemli.
Peki kahvaltı toplantılarında sanatçıların rolü nedir?
Sanatçıların, başbakanı dinlemeyi yeterli saymak, hükümetçe muhattap alınmaktan doğacak ego patlamalarını içlerinde yaşamakla yetinmek ve bir kez toplantıya katılmakla hükümetin ilgili konulardaki her türlü icraat ve düşüncelerine katılmış sayılmayı kabullenmek gibi pozisyonlar düşme ihtimalleri var.Tabi bu durumlardan kaçınmaları kendi adlarına ve üstlendiklerini düşündükleri sorumluluğa uygun olanıdır normal şartlarda.
Toplantılara iştirak etmemek, kesin ve net bir duruş sergilemek anlamına geliyor şüphesiz,toplantılara katılmaktan çok daha net bir duruş bu üstelik.Çünkü toplantıya katılan kendini kahvaltı sonucu ortaya çıkan muğlak bir çerçevenin içine sokarken, katılmayan, ''Ben hükümeti ve ilgili konulardaki hiç bir eylemini desteklemiyorum'' demiş oluyor.
Sanatçı muhalif olmalı dürtüsüne aşırı derecede kendini kaptıran kimselerde zaman zaman herşeye ve herkese karşı olma durumu ortaya çıkabiliyor, ideal bir dünya fikriyle iktidara muhalif , bu düşünceye sahip sanatçı, ideale en yakın dünyanın kurulması için toplumsal,ekonomik ve sosyal her türlü gerçeklikle pazarlığı da reddedebiliyor. Oysa bu gerçekliklerle pazarlık sonucu çözülebilecek sorunlar,sanatçının aslında hiç bir toplumda asla ulaşılamayacak mutlu,huzurlu,ahlakı ve ideal dünyasından belki bir kaç adım geride ama şimdikinden daha iyi bir toplum, bir ülkeye yaklaşmak anlamına gelebilir.
Pazarlık zaman zaman ideolojik farklılara sahip olduğunuz kesimlerle bir masada oturmak anlamına da gelebilir, eleştirdiğiniz iktidar anlayışının fikirlerine önerilerinizle katkıda bulunmak da olabilir. Ancak eğer mesele sanatçının kendi ideolojisi adına çözüm üretmekse,''İlerlemeye,çözüme katkım olsun ama ben bu amaçlardaki fikrimi kendi ideolojim için ortaya koyayım diyebilir'' sanatçı,bu da eleştirilebilir bir şeydir elbette.Tabi bu üzerine yazılıp çizilebilir ayrı bir hususu teşkil ediyor.
Tüm bu gelgitler içinde toplantıya katılanlarla katılmayanlar kimi zaman kahraman kimi zaman da omurgasız,iktidar yalakası ilan edilebiliyor.Ben bu konuyu da ilan edenin kendi gözünden gördüğü şey olarak niteliyorum.Çok farklı bakış açıları olabilir bu konuda.Çünkü en son toplantıya 62 kişi katılmış ve 62si için de farklı değerlendirmeler okuyabiliriz gazetelerde,farklı yorumlar izleyebiliriz tvlerde ve herhangi bir yerde yorumlardan haberdar olabiliriz...


Peki hükümetin,başbakanın bu kahvaltılarının faydası olur mu?
Yazının temel sorusu bu,cevabı ise izlenimlerimiz de. Başbakan saydam bir ekrandan,muhtemelen danışmanlarının yazdığı bir yazıyı okuyor uzun uzun. Ses sanatçıları için de benzer temalı bir konuşma hazırlanmıştı diye hatırlıyorum hemen. Tek fark orda şarkı sözlerinden demetler sunulmuştu,burada filmlerden,repliklerden...Peki başbakan bir başkasının yazdığı bu metni ''seslendirerek'' kimi,nasıl etkilemek niyetinde. Hele ki hem kişisel hem toplumsal duyarlılığı olması gereken sanatçıları... İnsanlara verdiğimiz izlenim çok önemli,yaptığımız şeye inancımızı göztermek, zor gibi görünen anlaşmaları sağlamak,insanları bir araya toplamak,uyum yaratmak için. Samimiyet olmadan tüm bunlar imkansız. Peki size daha önce bir benzeri hazırlanan,şimdi de ''sinema sanatçıları versiyonu'' hazırlanmış bir metni, o metinle pek de alakası olmadığı izlenimi veren biri çıkıp okusa ne hissederdiniz? Ben sinema sanatçısı olsam, kötü bir filmin ''arkadan geçen adamı'' gibi hissederdim kendimi. 62 kişi 4 saatlik bir toplantıdayız, başbakan, danışmanlarının hazırladığı metni uzun uzun okuyor üstelik her birimizin ağzına da gerçekten de yalandan birer parmak bal çalınmak istenmiş izlenimi uyandıran bir metni... Değil ülkenin doğusunda yaşanan sıkıntılar hakkında, ne ekonomik konularda ne dış gelişmeler hakkında ne kültürel sorunlarla ilgili ne de en ufak bir maruzat bildirebileceğim yeterli zamanım var. Üstelik hizmet ettiğim ve beslendiğim halkımın gözünde iktidar yalakası pozisyonuna düşme tehlikem de var.Bu tablo en azından sanatçılar adına bu kahvaltıların ne denli amaçsız ve yetersiz olduğunun göstergesi.
İktidar içinse tahminimce en azından yeterli bir ''tanıtım çalışması'' ve ''Bakın her kesimle sağlam ilişkiler içinde icraatlarımızı yürütüyoruz'' deme fırsatı.Daha fazlası değil...

BODY BUILDING- Halterle Çalışmalar

Uygun ücretlerde bulabileceğimiz halter barlarıyla evde de çalışabiliriz.Ev ortamı için örneğin 120 cm.lik halter barları yeterli.
Halterle yapılan çalışmalar için ilk egzersizler:
1-




2-






3-






4-







5-



BODY BUILDING ÇALIŞMALARI-Part Two ( Dumbell )

2.GÜN (OMUZ & A.KOL)
OMUZ




Neck Dumbell Press











Latarel
 
 








Arnold Press











Dumbbell Lateral Raises








A.KOL




Lying Dumbbell Extensions










Dumbbell French










Dumbbell One Kickbacks



















Ve sırt için de yapılabilecek:
ONE-ARM DUMBBELL ROWS