5 Kasım 2010 Cuma

Yeni Vizyona Girenler

ANDRE VİLLAS-BOAS: 
Bu sezonun dikkat çekenleri arasında , bir Türk futbolseverin ilk anda dikkatini çelecek isim odur. Çünkü Villas-Boas, Beşiktaş'ın rakibi Porto'nun teknik direktörü. Geçen sezon başında kendi takımını çalıştırabilmek için İnter'den ayrılmadan önce Jose Mourinho'nun ''yol arkadaşıydı''. Yol arkadaşı tabirini kullandım çünkü bu tanıma uygun bir arkadaşlıkları var bu ikilinin. Kendi futbol çizgisi de '' genç yaş-tercümanlık-yardımcı antrenörlük/izleyicilik ve kendi takımının patronluğu'' şeklinde gelişen Mourinho, Villas-Boas'la Porto, Chelsea ( Villas- Boas bu iki takımda scout olarak maç ve oyuncu izledi) ve İnter'de (yine izleyici oldu ama burda yeşil çim üzerinde daha çok beraberdiler ,bu yüzden Villas - Boas'ın İnter günleri scoutlıktan çok yardımcı teknik direktörlük sıfatına uygun)  çalıştı...
Benim Boas'ın bu sezonki çıkışıyla ilgili, istatistiksel başarısı ve genç-karizmatik ''yeni Mourinho'' görüntüsünden ayrı bir fikrim var; Villas-Boas 26-27 yaşından beri rakip takımları,yetenekli oyuncuları takip etti, Mourinho gibi kollektif çalışma anlayışına inanan modern futbolun en iyi teknik direktörüne rakibin zaafları,artıları,kazanma yolu üzerine brifingler verdi. 
Made İn Portugal kitabını okuduğumuz günden beri hepimizin haberdar olduğu, taktikler ve antrenman metodları üzerine bir defteri var Mourinho'nun. Bana kalırsa onun yakın arkadaşı Villas-Boas'ın da 33. yaşı itibarıyle geleceğin futbol dünyasına etki edebilecek bir defteri oluşmuş olmalı.
Kişisel olarak bendeki etkisi '' Beşiktaş taraftarının inanılmaz desteği kendi takımları üzerinde yıkıcı bir baskı oluşturabiliyor'' yorumuyla perçinlenmiş biri Villas-Boas,benim bir yabancı teknik adamdan duyduğum en iyi ''Beşiktaş stadı atmosferi '' değerlendirmesi.!







Chelsea'deki günlerinde V.-Boas...




 Villas-Boas Mourinho'yla maç izlerken...






İnter'deki günlerinin sonunda...


Academica'da artık tek adam...İlk tecrübe.
Şimdi Porto'nun başında ve bu haftasonu karşılaşılacak ezeli rakip Benfica'nın taraftar sitesinde,onunla ilgili görüş ve eleştirileri özetleyen karikatürü...

Freak Showlaşmak

Türk televizyonları hep tartışılır... Çoğunlukla, bu ülkenin hekettiği, kalitenin altında kalındığını düşünürüm ben de.
Ama bu ara bekleme dönemim, zaten farkında olduğum şeyin adını koymama yardımcı oldu. Türk televizyonlarında bilhassa gündüz kuşağı programları,pek çok dizi ''freak show'' ögeleri taşıyor.
Örneğin, evlenmek için stüdyoya gelen adamın ''hoptek oynaması'',duruşu, ordaki bir teyzenin hal ve tavrı vesair durumlar önplana çıkarılıyor...Örneğin, yıllardır ekranlardan düşmeyen ''acı dolu'' kadın programları da ''freak hayatların'' parçalarından oluşuyor. 
Dizilerin en dikkat çeken tipleri ''davranış yada fiziksel değişiklikler'' taşıyan karakterler.
Dans etmeli,şarkı söylemeli,yemek yapmalı programların elemelerinde yada içeriklerinde tamamen ''değişik'' insanlar, reyting için ''yem'' olarak kullanılıyor... Yarışmanın adı '' Yetenek Sizsiniz''! Daha söylenecek bir şey var mı? Bunu düşünürken tebessüm etmeden de geçemiyorum.
Bu televizyon formatı  Confessions of a Dangerous Mind filminde de gördüğümüz üzere bize Chuck Barris'ten miras...
Son olarak, tavuk mu yumurtadan çıkar yumurta mı tavuktan türünden bir soru, reyting aldığı için mi bu tip reyting avcılığı yapılıyor yoksa izlenen bu olduğu için mi  televizyoncular bu tip görüntüleri önplana çıkarıyor sorusu. 
Ben izlenenin bu olduğu gerçeğini kabul ediyorum üzülerek... Dikkatleri bu çekiyor,bundan hoşlanılıyor. Belki asıl eleştirilmesi gereken noktalardan biri budur.

4 Kasım 2010 Perşembe

Güzel Kaçışlar

Kimse insanın içini bilemez. Bazen en yakınları bile....
Ki bana kalırsa, yol üzerinde bir mola yeri varsa oraya kadar susmakta fayda bile vardır.
Türkiye'de genç olmak da yüktür,bunun üzerine kendi üzerinize yükler de yüklersiniz. İlerlemek,değişmek,dönüşmek,renklenmek hiç bir zaman olmadığı kadar önemlidir,hayatın bu aşamasında. Ama patinaj çekmeye başladığınız hissi içinizi kaplayabilir.
İşte bu hal içindeyseniz,siz de benim gibi uzaklaşmak,resmin küçük bir bölümünü değil tamamını görmek istersiniz.Kendinizden emin olmak için,kendi rönesansınzı,aydınlanma çağınız için. Ben bu mola yerinin İngiltere'de beni bekliyor olabiliceğini hissettim ve Brighton'da da o mola yerinde, kendime,hayatıma,olana bitene bakmak şansını yakaladım. Benim arabamın göstergeleri ''kırmızı'' ışıklarla sorun işareti veriyordu. Ben hep,durmadan ''düşünüyordum''.
Brighton'da Lower Bevendean,Durham Close'da bir evde başlayan kaçış,mola yada adına her ne demek gerekiyorsa ömrümün en tatlı hatıralarını verdi bana. İnsan kendisinden,kendisini bekleyen herşeyden,ailesinden,çevresiyle ilişkilerinden sıkılmışsa,monoton bir ruh haliyle kendini rutine bağlamışsa ve fakat çevresindeki değişimlerin de farkındaysa kendisine bir '' Sistem Geri Yükleme'' noktası yaratmalı. Ben de kendi deneyimimden önce bunu bilemezdim ama önsezilerim ''kendi doğrumu'' bulmama yardım etti.
Memnuniyetsiz hayatımda geri kaldığım değişimi, İngiliz ailelerimle, İspanyol,Brezilyalı,İtalyan,Kolombiyalı,Şilili,İsviçreli,Rus,Fransız arkadaşlarımla ve tabi ki Türk dostlarımla yakalama fırsatı buldum.
Tatmadığımı düşündüğüm ''keyifli hayat nimetlerini'' Arsenal'in Emirate's stadında dostlarla Emirate's Cup'u izlerken, Latin Partylerde, ''çakırkeyif''' eğlencelerde tatma şansına eriştim.
Brighton'da,Londra'da,Portsmouth'da,Oxford'da,Cambridge'da avareliğin,hiçbirşey düşünmeden gülüşüp gezmenin,tembellikten arınmanın izlerini bıraktım.
Brighton beachte en keyifli dost sohbetleriyle, insan kendini bunaltan düşüncelerden nasıl kaçar,nasıl uzak dururmuş onu anladım, güneşlendim,bira-barbekü keyfine kendimi adadım,futbol oynadım,kağıt oynadım...
İnsanın hiç bir aksilikten kaçma stresi yaşamaması nedir, bir sabaha karşı tekme-tokat kavgadan kaçmayarak hatta üstünde durmayarak öğrendim ve bundan da keyiflendim...
En çok da içilmiş,dans edilmiş, muhabbetler edilmiş bir partyden sonra, yada dostlarımla dünyanın en keyifli sohbetini 90'lar Pop'un fonda olduğu bir şekilde yapmış olduktan sonra yine sabaha karşı taksi parası vermemek için Brighton Unı.'deki duraktan  Lower Bevendean,Durham Close'a doğru yapmış olduğum yürüyüşlerde kendimle kalabildim,en çok ve sadece o yarım saat kendimi dinledim. Ve kendi iç sesim bana ,o ılık Brighton havasında,sokaklarda tek başıma olduğum andaki kadar huzurlu gelmemişti hiç. Huzursuzluğun,sorumlulukların,hakkımda ne düşündüklerini umursayarak kendimi bunalttığım insanların,Türkiye'nin uzağındaydım.
Yine kimse farkedemez ne ara dolar zihin denen ''kova''... Belki stajdı,bizi burda bekleyen sevenlerin beklentileriydi,sizin onlara göstermek istediklerinizdi, hepsinden önemlisi sizin kendinizden beklentilerinizdi derken bi kaç ayda  başlayıverir bile dolmaya.
Ama bu kez dolduğunda o kova, elde bir formül var... Benim için ikinci memleket anlamı taşıyan yerden kalanlar da var kendine yetecek güç,inanç ve en olmadık anda sığınılacak hatıra alemi olarak...
Şans... Kader... Adına ne derseniz diyin tahmin edilemeyecek,bilinmeyen bir ''X'' faktörü olduğunu unutmamak lazım, iyi şeylerin olmasını bekleyerek hayata devam etmek gerek.
Ve hep bir ''Güzel Kaçış'' planı yaparak...

1 Kasım 2010 Pazartesi

Sezonun İlk Futbol Yazısı : ÇOK BİLİNMEYENLİ BEŞİKTAŞ...

Konuya Beşiktaş'ın Mustafa Denizli'yle yollarını ayırdığı andan itibaren yaptıklarıyla başlamak gerek.Schuster'in takımın başına getirilmesi, bu teknik direktörün mantalitesi gözönüne alınarak mı yapıldı elbette tartışmaya açık. Ancak kulübün esaslı zaafı olan kadro derinliği,oyuncu kalitesinin artırılması konuları göz önüne alınmıştı,bu kesin. Guti, Quaresma, Aurelio, Fatih Tekke gibi isimler Türkiye liginde hangi takıma katılsalar,o takımı olumlu yönde etkileyebilecek isimler. Kaldı ki bu isimlerin Türk futbolseveri gözündeki ışıltısı kulüp adına da önemli bir adım olarak kabul edilmeli. Bu noktada Schuster'in, bu 4 yeni transfer dışında Necip,Nihat,Ferrari,Holosko,Ernst,Üzülmez,Toraman,Rüştü,Hakan,Cenk,Bobo,İsmail,Tabata,Nobre gibi Türkiye ligindeki diğer takımlarla sahaya çıkıldığında Beşiktaş lehine ağırlık sağlayabilecek isimlerle, iddialı bir ekibi yönetebileceği umudu da varoldu sene başında...
Öncelikle şunu söylemek gerek bu takım 20 resmi maç yaptı Ekim ayını geride bıraktığımız şu an itibarıyle...Ligde 10 maç, 5 galibiyet, 4 mağlubiyet, 1 beraberlik ,Türkiye liginde 1 galibiyet, Avrupa arenasında da 1 beraberlik ve 1 mağlubiyet 7 galibiyet alındı. Tüm bu istatsik bilgiler Türkiye'de her teknik direktörü terletir. Üstüne de sahada istenen oyun bir türlü oynanamıyor,üstelikde çok garip bir şekilde başlangıçta oynanmak istenen oyuna daha yakınken,her hafta biraz daha uzaklaşılıoyorsa işlerin zorlaşıyor olması ayrı bir anlam da kazanır.
Schuster başarısız olabilir. Beşiktaş  ''yıldız kadronun başarısızlığı''  klişesine katılabilir, klişeseverlerin beklentisine uygun olarak...
Bütün bu son derece genel toparlamadan sonra bugün gelinen noktada son bir ayda 1 galibiyet alan 4 mağlubiyet,1 beraberlikle sahadan başı önde ayrılan takımın gözlerimize soktuğu sorunları ve artıları konuşmak gerek... Bunu bu takım başarılı olursa neden başarılı olduğu, başarısız olursa neden başarısız olunduğunu tespit edebilmiş olmak için yapmak gerek.
Üstelik bu takım Mustafa Denizli'nin takımından çok daha fazla ayrıntıya sahip, komplike işlerle uğraşan beceren/beceremeyen bir takım, konuşulması/yazılması daha anlamlı bu açıdan...

Sivasspor maçı...
Sivasspor maçı bize Beşiktaş'ın 10-11 sezonu genel görüntüsüyle ilgili son derece net bir fotoğraf verdi... Sahaya yukardaki temadaki gibi çıkan Beşiktaş'ı sorgulamaya kurgulanmaya çalışılan oyunu tarif ederek aşlamak lazım... Beşiktaş sezon başından beri esas amacını gol ve gollere kavuşmak üzerine kurmuş görünüyor. Bu basit çıkarımı geçen sene gol fakiri Beşiktaş'ın başına geçen her teknik direktörün bu eksikliği görerek hareket edeceği tahmininden yola çıkarak dahi yapmak kolay. Ancak mesele Beşiktaş'ın bunu nasıl yapmaya çalıştığını anlamaya çalışmak. Beşiktaş 4-2-3-1 veya 4-1-4-1 dizilişlerini bu amaç için kullandığını gördük. Q7'li, Guti'li, Bobo'lu kadroda öndeki isimler sağ ön dışında bu kurguyu uygulanabilir kılıyordu... Yine de Tabata geçen sezonun aksine daha fazla çaba harcıyor görününce sene başı itibarıyle Schuster'in arzu ettiği oyun sahaya yansıyor gibiydi... Ofansif oyunun gereği bekler kesinlikle çıkabilmeliydi, çıkışlarıyla oyunun açılabilmesine,rakip defansın direncinin kırılabilmesine yardımcı olmalıydılar...
Yani oyunun ofansif yönü gayet mantıklı Avrupa futbolu gereklerine uygundu. Ancak modern futbol gereği olan bu oyun anlayışı oyunun defansif tarafını daha fazla tartışılır hale getiriyor. Çünkü bu oyun anlayışında defans yapmak,oyun kurmak, rakibe direnmek, top ve oyun için mücadele etmek çok daha komplike,düşünülmesi gereken bir noktayı teşkile eder hale geliyordu.
2 önliberosu neredeyse çakılı duran , bekleri az çıkan, defansını kale önünde kuran geçmişin Beşiktaş'ı öndeki 4 ofansçıyı desteklemek için defansını orta sahaya yakın kurmalıydı.
ZİNCİRLEME TAKTİSEL GEREKLER VE SONUÇLARI...
Tüm bu genel tarif hem oyun anlayışını, hem o oyun anlayışının gereklerini hem de doğurduğu sonuçları ortaya koymak için gayet uygun... Çünkü beklerin ileri çıkması için ön kanatların o bekleri de düşünerek defansif gerekleri üstlenmeleri gerek...Bloklar arasında bir bütünlük sağlanmak isteniyorsa,rakibe boşluk bırakmadan oyunu rakip kaleye yıkmak isteniyorsa,daha fazla pozisyon üretmek isteniyorsa defansın ortasahaya yakın kurulması gerekiyor, bunun içinde herşeyden önce ön 4'lünün pres görevini yerine getirmeleri ve sonuçlanamayan pozisyonların devamında defansın yerini alabilmesi sağlanmalı... Eğer oyuna hakim olunmak isteniyorsa pas organizasyonunun iyi kurulması gerekir...Bunun için de oyun alanına iyi yayılmak,doğru koşular yapmak,o koşu yollarını yaratmak,yardımlaşmak ilk şartlar...
Beşiktaş'ın beklerinin hucüma çıkışı orta kalitelerinin yetersizliği ve top kullanma zaafiyetleri nedeniyle beklenen katkıyı yapmaktan uzak.
Ofansif oyun amaçlanarak konsantre olunan ön bölgede pas organizasyonunun yetersizliği,beklerin oyuna yapmaları beklenen katkıyı ofansif anlamda yapamamaları(orta kalitesi,top kullanma) önde kurulan defansı,rakipler adına bol bol boğluk bulunacak bir cennet haline getiriyor. Tek başına stopreleri yada önliberoları eleştirmek gülünç olmaktan başka bir hal almıyor bu yüzden. Çünkü biz bu insanlardan (Ferrari(roma,inter,genoa), Zapatocny( Seri A, Bursaspor şampiyonluğu), İbrahim Toraman, Ernst, Necip,Aurelio, Fink) tüm boşlukları doldurabilmelerini bekliyoruz.
Takımın geçen sezonlara oranla daha fazla efor sarfetmek zorunda kaldığı açık. Bu yardımlaşmayı,mücadele kalitesini de etkiliyor... Beşiktaş'ın yumuşamış olduğunu söyleyebilmemize sebebiyet veren de budur. Ayrıca bu noktalardaki zaaflar takımın pas trafiğini de etkiliyor,pas organizasyonu son derece kalitesiz bir takım izliyoruz bu yüzden.
Bütün bunları isim isim oyunculardan bahsederek de söylemek gerek çünkü oyunun teorik yanında yaşananların, pratiğe yansıması sayacağımızı isimler üzerinden oluyor...
Görünen o ki Guti,Quaresma,Bobo, Tabata gibi ismler pres becerisi ve devamlılığına sahip isimler değil, kadrodaki diğer isimlerden Nobre,Nihat,Holosko ön tarafta basan,top kapabilecek yada en azından rakibin çıkmasını engelleyebilcek oyuncular olarak önplana çıksa da genel olarak oynayan ilk 4'lü ofansif beceriler ve oyun zekalarıyla ilk tercih olmaları normal isimler... İş böyle olunca beklerin daha az çıkması doğru bir tercih olabilir. Ve önliberolardan birini daha çakılı oynatmak...
Ayrıca eğer pres becerisi,top kapma,rakibin oyun kurmasını engelleme,ileri çıkmasını engelleme becerileriniz zayıfsa daha fazla set hüzum kurması gerekn bir takım olabilirsiniz, yani daha fazla pas,garanti ayağa oynayan bir ortasaha, az pozisyon üreten ama gerisini açmayan bir takım...
Belki bu görüntü takımı daha az yorar ve enerjinin bir kısmını yardımlaşma ve orta alan mücadelesinde galibiyet oranının artması olarak da sahaya yansıyabilir.
Ancak ofansif verimin düşeceği bir gerçek.Bu dediğimiz oyun Mustafa Denizli'nin takımının daha fazla top kullananı,topla oynayanı olabilir. Schuster'in oyunu için gereken şey sanırım İsmail'i sol tarafa monte edebilmek ve sağ bek için Hilbert,Erhan,Ekrem isimlerinden daha güçlü,bek özelliklerine uygun ve çıkışları daha etkili bir isim bulabilmesi gerekiyor. Yine Tabata yada 4'lünün sağı da pres becerisi olan,dengeli oyun için yanında oynayan Guti,Q7 gibi isimlerden daha fazla defansif katkı da yapabilecek bir isim gerekiyor. Dolayısıyla bu mevkinin oyuncu kalitesini de eleştirmiş oluyorum.
Bobo,Fatih Tekke, Nobre santrfor listesinden ilk ikisi takım kalitesi gözönüne alınıyorsa tercih edilmeli,ancak şu an Nobre'nin Schuster'in esaslı oyuncularından olmasının tek sebebi başta saydığım ön taraftaki pres noksanlığının ve rakip defansa baskı gerekliliğinin yerine getirilmesi olduğu aşikar, ancak bu da skor zaafiyeti yaratıyor. Dolayısıyla Beşiktaş Schuster'le uzun düşünüyorsa bu mevkiyi de buna göre düzenlemeli...Guti,Q7,Bobo  Beşiktaş'ın lüksleri olacak bu gerçek.Ancak diğer ofansif isimlerin varlığı bir takım noksanlarına katlanmayı gerektirecek kadar önemli mi bu da üzerinde düşünülmesi gereken bir nokta...
Galatasaray'ın Rijkaard'la yaşadığı doku uyuşmazlığını,sahaya konulamayan oyunu sadece ve tak başına istenilen oyuncu kalitesine sahiip olunamaması üzerinden açıklamanın kolaylık olduğu gerçeği bir yana; KISA VADEDE TAKIMLARIN HEDEFLENEN OYUNLA,KADRODAKİ OYUNCULARIN YAPISINA UYAN OYUNU HARMANLAMASI GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM. BU SCHUSTER'İ OLDUKÇA ZORLAYACAK VE FUTBOL  HAYATININ EN ZOR PROBLEMİDİR...
UZUN VADEDEYSE, TAKIMLAR HEDEFLENEN OYUNA EN YAKIN KADRO KURGUSUNA SAHİP OLMAK ADINA GEREKİRSE RADİKAL AMA ESASEN ŞART OLAN TRANSFER DEĞİŞİKLİKLERİNİ YAPMALILAR. Meseleyi daha az karmaşık, oyunu daha kolay analiz edilebilir yapacak olan da bu...
Beşiktaş'ta oyuna hükmetmek isteyen,ofansif anlayışı önplanda tutan,topla oynayan, yaratıcı tarafı yüksek bir takım isteyen bir teknik direktör ve taktiksel gereklilikleri kaldıramayacak oyuncular var... İstenen oyun komplike,makina nizamı istiyor. Porto gibi bir takım izlemek isteyen herkesin desteklemesi gereken bir oyun anlayışı ( Porto isminin geçirilmesi manidar çünkü oyunun bütün haline oynamayı becerebilen ve çok yüksek maddi güçle kurulmayan bir takım, futbolun gereklerini oyunun her iki tarafıyla da uygulayabilen bir takım) ... Ancak bu anlayışın getirdiği zaafiyetler malum, bu zaafiyetlerden bu kadar bahsetmemizin sebebi bu takımın Beşiktaş olmasıdır. Kadrosu,geçmişi şu an için isteneni uygulamasını engelleyen önemli sebebler çünkü...
Ancak eğer zaafiyetler iyi tesbit edilebilirse,oyun anlayışı ''YAMALANABİLİR''...
Belki bu yazı genel görüntüyü toparlamak ve Beşiktaş'la ilgili düşünceleri bu satırlarla sabitlemek adına önemlidir...